25 Eylül 2024 Çarşamba

Stamford’dan Niğbolu’ya: Tarih Bugün Ne Söylüyor?


Tarih, yalnızca olayların kronolojik bir dizimi değildir. O, aynı zamanda insanlık tarihinin derin anlamlarını, savaşları, barışları, büyük zaferleri ve kaybedilen umutları bir araya getirir. Bazı günler, zamana kazınan olaylarıyla diğerlerinden farklıdır. O günlerde köprüler geçilir, kılıçlar çekilir, antlaşmalar imzalanır ve halklar özgürlük için savaşır. Bugün, tarihin tozlu sayfalarında dolaşırken, kendimizi birbirinden farklı ama birbirine bir şekilde bağlı olayların arasında buluyoruz. Kimisi bir köprüde başlayıp Vikinglerin hüsranına yol açan bir savaşa tanıklık ederken, kimisi Osmanlı’nın kılıç gücünü Batı’ya bir kez daha hatırlattığı büyük bir zaferi müjdeler. Aynı zamanda, din savaşlarının ardındaki barış çabalarına ve bir halkın özgürlük mücadelesinin kıvılcımlarına şahitlik ediyoruz.

Tarihte bugün yaşanan bu olaylar, sadece kendi çağlarını değil, bugünkü dünyamızı da şekillendiren kilometre taşları. 1066’da Stamford Köprüsü’nde Harold Godwinson ile Vikingler arasında yaşanan savaş, İngiltere’nin tarihini değiştiren olaylardan biri oldu. 1396’da Niğbolu’da Yıldırım Bayezid’in Haçlılara karşı kazandığı zafer, Osmanlı’nın Balkanlar’daki gücünü pekiştirdi ve Avrupa’ya Osmanlı gücünü bir kez daha hatırlattı. 1555’te imzalanan Augsburg Barışı, din savaşlarının ortasında bir soluklanma anıydı, ama herkes biliyordu ki bu barış uzun sürmeyecekti. 1964’te Mozambik’te başlayan bağımsızlık savaşı ise, bir halkın özgürlüğü uğruna neler yapabileceğinin tarihsel bir göstergesiydi.

Bu olayların her biri, kendi içinde bir hikaye anlatır. Her savaşın, her barışın ve her bağımsızlık mücadelesinin arkasında insana dair büyük dersler, mizah dolu tesadüfler ve düşündürücü anlar saklıdır. Gelin, bu tarihsel olaylara bir göz atalım ve insanlığın zamanla olan mücadelesini biraz daha yakından görelim.

1066 - Stamford Köprüsü Muharebesi: “Vikingler Tatile Gelmiş Ama Hesap Biraz Kabarmış”

1066 yılında İngiltere, Viking istilalarına hiç de yabancı olmayan bir yerdi. Adeta Vikingler için bir açık büfe! Her yıl yeni bir Viking kralı, "bu sefer İngiltere’yi kesin alırız" diyerek gemileri doldurup sahillere yanaşıyordu. Ama işler bu sefer pek planlandığı gibi gitmedi. Stamford Köprüsü Muharebesi, Vikinglerin İngiltere tatilinin son durağı oldu.




Norveç Kralı Harald Hardrada, bu sefer de "bu iş olur" diyerek Yorkshire’a kadar ilerlemişti. Tabii karşısında Harold Godwinson ve İngiliz ordusu çıkınca işler değişti. Stamford Köprüsü, bir stratejik nokta olmanın ötesinde, Vikingler için bir sonun başlangıcıydı. Köprüde duran bir Norveçli savaşçının İngiliz ordusunu tek başına oyaladığı rivayet edilir. Bu hikaye, her ne kadar kahramanlık dolu gibi görünse de, muhtemelen Viking savaşçısının içinden "Umarım arkadaşlar gelene kadar sağ kalırım" diye geçirdiğini tahmin edebiliriz.

Muharebenin sonu Vikingler için hüsrandı. Hardrada ve ordusu köprüyü geçemedi, çünkü Harold Godwinson, Vikingler’i köprünün öteki tarafına yolculadı. Vikingler o gün belki son kez İngiltere'yi işgal etmeye kalktılar, ama derslerini aldılar: Her köprü geçilmez, hele ki başında Harold varsa.


1396 - Niğbolu Zaferi: “Bayezid’in Keskin Kılıcı ve Diplomasiye Dair Sabrı”

1396 yılına gelindiğinde Osmanlı Devleti, Balkanlar'da büyük bir güç haline gelmişti. Padişah Yıldırım Bayezid, hızını alamamış, kılıcıyla Avrupa’da yeni topraklar fethetmenin peşindeydi. Niğbolu’da ise büyük bir Haçlı ordusu Osmanlı’nın önünü kesmeye çalışıyordu. Macarlar, Fransızlar ve daha nice Batılı asker, Bayezid’i durdurmak için toplanmıştı. Ama Bayezid diplomasiyi pek seven biri değildi, çünkü kılıcı her türlü müzakere masasından daha ikna ediciydi.

Niğbolu Muharebesi, adeta bir kılıç şovu gibiydi. Haçlı ordusu, "Bayezid ile anlaşırız" diye düşündü belki, ama Bayezid’in niyeti anlaşmak değil, tarihe bir zafer daha kazımaktı. Nitekim, Osmanlı ordusu Haçlıları bozguna uğrattı ve zafer Bayezid’in oldu. O gün Avrupa bir kez daha Osmanlı’nın gücünü gördü. Bayezid, "Bazen diplomasi, düşmanı daha hızlı yenmek için zaman kazandıran bir araçtır" diye düşünmüş olabilir. Ama onun için en iyi diplomasi, her zaman keskin bir kılıçtı.


Zaferden sonra Bayezid, esir Haçlı komutanlarını teker teker sorguya çekti ve esir düşen Fransa Kralı'nın şaka yollu “Beni bırak, seni de kral yapalım” teklifine “Ben zaten dünyanın kralıyım” diyerek cevap verdiği rivayet edilir. O gün diplomasi bir kez daha kılıçla yer değiştirdi.


1555 - Augsburg Barışı: “Barış Ama Nasıl Bir Barış?”

1555 yılı, Avrupa’da mezhepler arası çekişmelerin tam anlamıyla doruğa çıktığı bir dönemdi. Bir yanda Katolikler, diğer yanda Lutherciler vardı. Yüzyıllardır süren dini çekişmeler artık dayanılmaz hale gelmiş, herkes bir parça barış istiyordu. İşte bu atmosferde, Augsburg Barışı imzalandı. Bu anlaşmayla, herkes kendi dininde serbest olacak, kimse kimseye karışmayacaktı.


Ama işin komik yanı şu ki, bu barışın altındaki felsefe biraz garipti. "Sen kendi dinine, ben de kendi dinime takılayım" şeklinde özetlenebilecek bu anlaşma, aslında tam bir barış değil, daha çok bir "şimdilik kavga etmeyelim" anlaşmasıydı. Herkes biliyordu ki, bu ateşkesin ömrü uzun sürmeyecekti. Çünkü din meselesi, ortaçağ insanının kalbinde bir volkan gibi kaynıyordu.

Bu durumu şöyle de özetleyebiliriz: Augsburg Barışı, bir düğünde kavga çıkmasın diye iki tarafın birbirine bakmaktan kaçındığı, ama herkesin içinden “Benim tanrım daha güçlü!” dediği bir anlaşmaydı. Gerçek barış mıydı? Pek sayılmaz. Ama en azından savaşmaktan daha iyiydi.

1964 - Mozambik Bağımsızlık Savaşı: “Özgürlük Kolay Gelmez, Ama Gelir”

Afrika’nın güneydoğusunda, Mozambik, yüzyıllardır Portekiz sömürgesi altındaydı. Ancak 1964 yılına gelindiğinde, dünyada bir bağımsızlık rüzgarı esmeye başlamıştı. Afrika kıtasında birçok ülke, sömürgecilere karşı başkaldırıyor, kendi kaderlerini tayin etmek istiyordu. Mozambik de bu mücadeleye katıldı ve bağımsızlık savaşı başladı.

Mozambikliler için bu savaş, bir varoluş mücadelesiydi. Özgürlük, sadece bir kelime değildi; uğruna canlar feda edilen, yıllarca sürecek bir destanın adıydı. Tabii, Portekiz de bu kadar kolay pes etmeyecekti. Savaş yıllarca sürdü, ama Mozambik halkı asla pes etmedi. Her silah patlamasında, her direnişte şu mesaj vardı: "Kendi toprağımızda bile özgür değiliz; ama olacağız."

Mozambik, bu savaşı sonunda kazandı ve 1975 yılında bağımsızlığını ilan etti. Ama bu özgürlük, sadece bir bağımsızlık belgesi değildi. Bu, yıllarca süren bir mücadelenin, dökülen kanların ve harcanan hayatların meyvesiydi. O gün dünya, Mozambiklilere bakıp şunu gördü: Özgürlük asla hediye edilmez, o alınır.



Sonuç olarak, tarih bize köprülerin geçmek için değil bazen durmak için var olduğunu, diplomasi yerine kılıcın daha hızlı sonuç verebileceğini, barışın da bazen bir yanılsama olduğunu gösteriyor. Ama en önemlisi, tarihin bize anlattığı şu: İnsanlık ne kadar yanlışlar yaparsa yapsın, sonunda doğruyu bulmak için hep bir yol arar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder